Traberhof - Rosenheim’da izdiham

Eylül 1949’da her gün 30.000 kadar yardım arayan insan Gröning’in önünde toplanıyor

Bruno Gröning am TraberhofHeidelberg Araştırmaları sonuçlandıktan sonra Bruno Gröning, Ağustos 1949’da Güney Almanya'ya gitti. Etrafını saran kargaşadan uzaklaşmak istedi ve Münih’e yakın Rosenheim civarında özel bir malikaneye çekildi. Başta, bulunduğu yeri gizleme çabası başarılı oldu. Ancak gazeteler onun Bavyera’ya gelişiyle ilgili haberler çıkarmaya başlayınca, gerçek bir izdiham yaşandı.

Günde 30.000 kadar kişi Rosenheim‘daki Traberhof‘a akın ediyordu. Basın, radyo ve haftaya bakış filmlerinde haberler çıkmaya başladı. „Gröning” başlığı altında, etrafında gerçekleşen olayları belgeleyen bir sinema filmi dahi çevrildi.

İncil’de anlatılanlara benzeyen sahneler

Eylül ayının ikinci haftasında, Zeitungsblitz gazetesi özel bir sayıda şu haberi yayınladı: „Bu arada, saatlerdir kavurucu sıcakta Gröning’in balkona çıkıp kalabalığa sesleneceği ve iyileştirme gücünü yayacağı o büyük anı bekleyen 10.000’den fazla insan toplanmıştı. İnsanlar, onun ‘iyileştirme ışınları’ndan tam anlamıyla yararlanabilmek için yanyana sıkışmış bir şekilde duruyordu. Fazla zaman geçmeden tekerlekli iskemlelerinde ve sandalyelerinde oturan en ağır hastalarda veya kenarda tek başlarına ayakta duranlarda etkiler görünmeye başlamıştı. Yarıyarıya kör olan insanlar yeniden görmeye başladı, yürüyemeyen insanlar yeniden ayağa kalktı, felçli insanlar felçli uzuvlarını yine hareket ettirmeye başladı. Yüzlerce kişi, vücutlarının hastalıktan etkilenen bölgelerinde ağrıların arttığını, çekilme hissi, iğnelenme ve karıncalanma olduğunu, tarif edilemeyen bir ‚hafiflik‘ duygusu hissettiklerini veya baş ağrılarının aniden kaybolduğunu anlattı.”

İncil’de anlatılanlara benzeyen sahneler sadece "Traberhof"’ta yaşanmadı. Gröning nerede görünürse görünsün, sayısızca hasta insan derhal etrafını sarıyordu. Anita Höhne, Günümüzde Ruhsal İyileştiriciler adlı kitabında Gröning’in çevresinde olan bitenleri şöyle anlattı:: „Gröning, geleceğini ilan eder etmez, hac yolculukları başlardı. Gazeteci Rudolf Spitz’in, Eylül 1949’da Gröning’in Münih’i ziyaret ettiği sırada gözlemlediği sahneler tipikti:

‚Saat 19.00’da binlerce insan Sonnenstraße’de ayakta bekliyordu. Saat 22.30’da hâlâ oradalardı. Beş yıllık savaş boyunca bir hayli şey yaşamıştım, fakat Bruno Gröning’in karşısına oturup sefaletin ve acıların dehşetli geçidini yaşadığım o dört saat boyunca sarsıldığım kadar asla sarsılmamıştım. Sara hastaları, körler, koltuk değnekleriyle felçliler aceleyle ona doğru akın ediyordu. Anneler sakat çocuklarını ona doğru tutuyordu. Bayılanlar oluyordu, çığlık sesleri, yalvarırcasına imdat çağrıları, ricalar, dilekler ve iç geçirmeler yükseliyordu.'“

Hükümet yetkilileri iyi niyet beyan ediyor

Anita Höhne, gazeteci Rudolf Spitz’den alıntılamaya devam ediyor: „Yine Bruno Gröning’in o dönemde yaşadığı Rosenheim yakınlarındaki Traberhof’ta başka bir Münihli gazeteci olan Dr. Kurt Trampler de sedyeler üzerinde hastaları, felçlileri, büyük bir insan kitlesini gözlemlemiştir. Trampler oraya Münchner Allgemeine adındaki haftalık gazetesinin muhabiri olarak gelmişti - sadece kendi gördüğünü ve duyduğunu kaydeden serinkanlı bir gazeteciydi: ‚Şimdi balkondan Gröning’e ait olmayan bir ses duyuyoruz ve aceleyle pencereye gidiyoruz. Münih Emniyet Müdürü Pitzer, kalabalığa sesleniyor. Kendisine yıllardır eziyet veren siyatik rahatsızlığının Gröning’in huzurunda hafiflediğini anlatıyor. Pitzer kesinlikle aşırı duyarlı, hayalperest bir adam değildir, ancak kendinde gözlemlediği şeylere tanıklık edebiliyor. Şimdi kamuoyu önünde Gröning’e inandığını itiraf ediyor ve peşinden Hıristiyan Sosyal Birlik partisi milletvekili Hagen de aynı açıklamayı yapıyor.'“

Bavyera’nın resmi makamları da Bruno Gröning’e iyi niyetle yaklaşıyordu. Münchner Merkur adlı günlük gazete, 7 Eylül 1949 tarihinde „Gröning’e karşı İyi Niyet“ başlığıyla şu haberi yayınlıyor: „Başbakan Dr. Ehard pazartesi günü bir basın toplantısında, Bruno Gröning gibi ‚olağanüstü bir olgu’nun bazı yasal düzenlemeler nedeniyle engellenmemesi gerektiğini açıkladı. Kendi görüşüne göre Gröning’e Bavyera’da çalışma izni verilmesinin önünde ciddi engeller bulunmamaktadır.

Bavyera‘nın İçişlerinden Sorumlu Devlet Bakanlığı, redaksiyonun yeni haber bültenin yayınlanmasından önceki son toplantısı sırasında şu açıklamayı yapıyor: Gröning’in şifa çalışmaların ilk incelenmesi sonucunda, onların gönüllü bir sevgi çalışması olarak görülebileceği ve bu çerçevede Alternatif Tıp Yasası’na göre bir iznin gerekli olmadığı tespit edilmiştir.“

İtibarına zarar verilmesinden sonra şifaların tıbbi açıdan belgelenmesi

Traberhof’ta Gröning’in etrafı ana baba günüydü. Yeteneklerinden maddi çıkar sağlamak isteyen çok sayıda vurguncu da biraraya gelmişti. Onun itibarına ve saygınlığına zarar verdiler ve resmi makamların araya mesafe koymasına yolaçtılar. Koşullar dayanılmaz olunca Gröning, Bavyera’nın dağlarına çekildi. Sağlık merkezleri kurmaya yönelik bazı teklefileri incelemek istiyordu. Amacı, yardım arayanların bir düzen içinde sağlıklarına kavuşabileceği tesisler kurmaktı. Doktorlar, Heidelberg örneğinde olduğu gibi öncesinde ve sonrasında muayeneler yapacaktı ve gerçekleşen şifaları belgeleyeceklerdi.

„Gröning Fenomeni“ ve Bilim

Heidelberg’de yapılan tıbbi araştırma kapsamında yazılı uzman raporu sözü verilir

BrunoHerford’daki dönemde, Revue dergisinin çalışanlarından tıp uzmanı olanlar, Gröning’in iyileştirme başarılarını araştırmaya başladılar. Marburglu bir psikolog ve tıp doktoru olan Prof. Dr. H. G. Fischer, özel muhabir kadrosuyla Herford’a gitti. Orada şifalanmış kişilerle görüşmeler yaptı ve şaşkınlık içinde Gröning‘in „yöntemi“nin gerçekten başarılı olduğunu tespit etmek durumunda kaldı. Bunun üzerine Revue, „Gröning Fenomeni“ nin bilimsel olarak açıklanmasına katkıda bulunma kararı aldı. „Mucize Doktor“ un „şifalandırma yöntemi“ Heidelberg Üniversitesi Hastanesi‘nde araştırılacaktı.

Bruno Gröning, uygun bir gelişme neticesinde kendisine olumlu bir uzman raporu sözü verdiği için Fischer’in önerilerini kabul etti. Gröning, özgürce çalışma yapabilmek için bir yol bulmuş olduğunu ümit ediyordu.

Doktorların gözleri önünde şifalar – „Bruno Gröning şarlatan değildir“

Araştırmalar 27 Haziran’da başladı. Yeteneklerini ispatlayacağı kişiler, kendisine 80 000’den fazla rica mektupları yoluyla müracaat etmiş hastaların arasından seçildi. Ayrıca, Heidelberg‘deki Ludolf-Krehl-Kliniği’nden de birkaç hasta vardı. Hepsi itinalı bir şekilde bir ön muayeneden geçirildi ve kesin teşhisler konuldu. Akabinde „kendi yöntemini“ uygulaması için Gröning’e geldiler. O esnada daima doktorlar yanlarında bulunuyordu. Hastalıkların kısmen beklenmedik bir şekilde kaybolmasına şahit oldular. Hastanede daha sonra gerçekleştirilen muayeneler, şifalanmaları doğruladı. Bechterew Hastalığı gibi tedavisi olmayan hastalıklar bile iyileşti.

Revue dergisinde basılan bir ön raporda Prof. Dr. Fischer, altını çizerek Bruno Gröning’in şarlatan olmadığını, bilakis doğal yetenekli bir psikiyatrist olduğunu açıklar. Bu yolla, „Gröning Fenomeni“ ni kendi bakış açısından açıklamaya çalıştı, ancak hakkını veremedi.

Gröning vurgunculuğu reddeder

Nihai uzman raporunun düzenlenmesi, tüm sonuçların değerlendirilmesinden sonra öngörülmüştü. Bruno Gröning’e, gelecekteki çalışmaları için yolun kesin olarak açılacağı güvencesi verilmişti. Bu arada Prof. Dr. Fischer ve (tüm girişimi kendi himayesinde gerçekleştiren) Prof. Dr. von Weizäcker, Bruno Gröning’e şu teklifi götürdüler: Doktorlarla yan yana çalışması öngörülen sağlık merkezleri açmak istiyorlardı. Ancak yönetim ve hastaları seçme hakkı kendilerine mahsus kalacaktı.

Bruno Gröning konuya ilişkin şunu demiştir: „Bu bağlamda Sayın Profesör F. tarafından bana koşulan maddi şartlar vs. benim kabul etmemi imkansız kılan bir şekildeydi. Tabi ki bu konuda çok sayıda görüşmeler yapıldı, bu eseri finanse etmek isteyen beyefendilerle de görüşüldü. Sayın Profesör F.‘nin önerilerini kabul edemedim ve onları reddettim, çünkü 1. benim bir kuruş param yoktu, böylece ona karşı altından kalkamayacağım maddi bir yükümlülük altına girmem imkansızdı; 2. ben bu girişimi ticarete dönüştürmeyi asla düşünmemiştim. O nedenle bütün bunlar imkansız bir talep oluşturuyordu. Ayrıca, ben sadece görevimin öngördüklerini yapmak istemiştim: Yardım arayanlara yardım etmek ve bu nedenle kendimi doktorların ve psikoterapistlerin faydasına sunmak istiyordum, ama bütün bu konuyu ticarete dökmek asla niyetim değildi.“

Uzman raporunun düzenlenmemesi ve kanunla olası bir çatışma

Bruno Gröning’in olumsuz tutumu profesörlerin ona olan ilgilerini kaybetmelerine yol açtı. Söz verilen uzman raporu asla düzenlenmedi. Özgürce çalışabilmesine imkan tanımak yerine yoluna yeni engeller konuldu. Yapılan araştırmaların kapsamında onun „şifa yöntemi“ ne bağlı olarak „tedavi“, „hasta“ vs. gibi kelimeler kullanıldı ve tıbbi bir çalışma olarak değerlendirildi. Dolayısıyla Alternatif Tıp Yasası ile ilgili çatışma kaçınılmaz oldu.

1949 – Kamuoyunun Gündeminde

Bruno Gröning’in Herfold’daki çalışmaları

Binlerce

Binlerce hasta ve yardım arayan, Gröning’i kuşattı

Dokuz yaşındaki Dieter Hülsmann uzun zamandır yatalak olmuştu. İlerleyen adele erimesinden rahatsızdı ve başvurulan hiç bir doktor ve profesör kendisine yardımcı olamamıştı. Bruno Gröning çocukla ilgilendikten sonra çocuk tekrar yürümeye başladı. Mühendis olan Bay Hülsmann, oğlunun ani iyileşmesi karşısında hayretler içinde kalarak misafirin biraz daha kalmasını rica etti. Hülsmann’ın deyimiyle „mucize adamın“ yardım etmesini istediği başka hastaları davet etmek istiyordu.

Bruno Gröning teklifi kabul etti ve günden güne daha fazla yardım arayan kişi geldi. Giderek daha fazla insan, Gröning’in çevresinde cereyan eden mucizevi olaylardan haberdar oluyordu. Fazla uzun zaman geçmeden ismi herkesin dilindeydi. Gazeteler "Mucize Doktor" hakkında haberler yayınladı ve İngiliz’lerin askeri bölgesinde günlük konuşmaların konusu oldu. Binlerce insan Wilhelmsplatz’a akın etti ve kalabalıklar evi kuşattı.

Münchner Merkur adlı günlük gazeteden Manfred Lütgenhorst, 24 Haziran 1949 günü başka şeylerin yanısıra şunu yazdı: „Öğleden önce saat 10.30‘da Herford’a geldiğimde, Wilhelmsplatz’daki iki katlı küçük evin önünde yaklaşık bin kişi vardı. Bu, sefaletin tarif edilemez bir tablosuydu. Tekerlekli sandalyede sayısızca felçliler, yakınları tarafından taşınan başka insanlar, körler, sağır ve dilsizler, zihinsel engelli ve felçli çocuklarıyla gelmiş olan anneler, yaşlı kadınlar ve genç erkekler ardı ardına geliyorlar ve inliyorlardı. Tamamı uzaklardan gelen neredeyse yüz otomobil, kamyon ve otobüs meydana park etmişti.“

Felç, ülser, körlük: „Bay Gröning bana baktı ve şimdi tamamen sağlıklıyım.“

Manfred Lütgenhorst şöyle devam ediyor: "'İyileşeceğinize inanıyor musunuz?‘ diye sordum hastalara. Başlarını salladılar. Birisi bana, ‚Dün burada olmalıydınız‘ dedi. ‚Bruno Gröning, Renanya’da, Viersen’deydi ve burada, meydanda, beş tane felçli ayağa kalktı ve sağlıklı olarak evine gitti. Uzaktan iyileştirme – meydan onları iyileştirdi‘ dedi. Diğer hastalar bunu doğruladı.

Ben kalabalık arasında ilerledim ve mucizevi hikayeleri stenografiyle kaydettim. Sadece bunlar bile bir kitabı doldurmaya yeterli olurdu. Bir sigara yaktığımda yanımdaki genç adam, ‚Bana bir tane satın, lütfen!‘ dedi. Üniforma giymişti ve Rusya’dan dönenlere benziyordu. Ona sigarayı verdim. Yaktı ve neşeli bir şekilde, ‚Bakın, artık yine her şeyi kendim yapabiliyorum‘ dedi. Aynı zamanda parmaklarıyla birlikte sağ kolunu ve sağ bacağını hareket ettiriyordu.Ona, ‘Siz de mi Bruno Gröning tarafından iyileştirildiniz?‘ diye sordum. ‚Evet, Rusya’da sağ tarafım felç olmuştu. Bay Gröning bana bir baktı ve şimdi yine tamamen sağlıklıyım, buna hâlâ inanamıyorum‘ dedi. Uzuvlarını neşeyle sallıyordu.

Beyaz saçlı, yaklaşık 40 yaşlarında bir kadının etrafını sarmış bir gruba doğru yol aldım. ‚Tabii ki‘, dediğini duydum kadının, ‚ben de Bay Gröning tarafından iyileştirildim. Dev mide ülserlerim vardı, gittikçe kilo kaybediyordum ve artık ağrıdan uyuyamıyordum. On iki kişilik bir grup olarak Gröning’e gittik. [...] Bana baktı ve ülserlerin adeta bir taş gibi yere düştüğünü hissettim. O zamandan beri herhangi bir ağrım yok, gitgide kilo alıyorum ve çektirdiğim rontgen filmi, ülserlerin kaybolduğunu kusursuz bir şekilde gösterdi. Tıbbi İnceleme Komisyonu’nun önüne çıktım. Çok şaşırdıklarını size söyleyebilirim!’

Kadın şöyle devam etti: ‚Ama bu daha hiç bir şey değil. Geçen hafta burada, meydanda, kör bir adam vardı. Ara vermeden bir kaç gün ve gece bekledi. Sık sık buraya geldiğim için dikkatimi çekti. Haline üzüldüm ve onu yemeğe davet ettim. ‚Hayır‘ diyerek reddetti. ‚Bay Gröning’in dışarıya çıktığı anı kaçırmamalıyım.‘ O zaman ona küçük ekmekler getirdim ve birisinin onu tren istasyonuna götürmesini sağlayacağımı söyledim. ‚Kimseye ihtiyacım yok, çünkü istasyona tek başıma yürüyebileceğim‘ dedi. Ve sonra kendi gözlerimle gördüm. Bay Gröning geldi ve genç adam, ‚Tekrar görebiliyorum!‘ diye haykırdı. Gerçekten de gözlerindeki perde kaybolmuştu. Bana elimde nasıl bir çanta taşıdığımı tarif etti. ‚Oradan bir araba gidiyor, plakası da şurada‘ dedi, ve istasyonun yolunu tek başına buldu. Etraftaki herkes sevinçten ağladı.“

Resmi Makamlar ve Tabipler Birliği tarafından konulan iyileştirme Yasağı

Uzun zaman geçmeden resmî makamlar – hepsinden önce de sağlık dairesi – konuyu incelediler. Bir soruşturma kurulu oluşturuldu ve Bruno Gröning’e iyileştirme yasağı konuldu. Birkaç tane nüfuzlu hekim kendilerini onun düşmanı ilan etmişlerdi. Çalışmalarını önlemek için ellerinden geleni yaptılar ve iyileştirme yeteneğinin bilimsel olarak denetlenmesini talep ettiler. Yasağın ardında yatan zihniyet ise olaya etkin bir şekilde dahil olan hekimlerin şu beyanlarından anlaşılıyor: "Gröning istediğini kanıtlasın, ona yine de iyileştirme müsaadesi verilmeyecektir." „Gröning ile işbirliği yapmak, doktorların mesleki onuruna aykırıdır." Haziran ayı sonunda Herford’u kesin olarak terk etmek zorunda kaldı. İyileştirme izni almak için harcanan tüm çabalar başarısız olmuştu.

Kariyeri ve hayatındaki önemli aşamalar

Sonraki çalışmaları için hazırlık

Bruno

Kendisine zorla yaptırılan ve yarıda bırakılan çıraklık yılları

Beşinci sınıfa kadar ilkokula gittikten sonra, Bruno Gröning ticaret alanında bir çıraklık eğitimine başladı. Ancak bu eğitimi, babasının ısrar etmesi nedeniyle iki buçuk yıldan sonra yarıda bırakmak zorunda kaldı. Duvarcı ustası olan babası, oğlunun da inşaat alanında bir zanaat öğrenmesini istiyordu. Kendisine marangoz eğitimi aldırdı, ama bu alanda da diplomasını almadı. Savaş sonrasındaki ekonomik kriz buna imkan vermedi. Çıraklığının bitimine üç ay kala, çıraklık yaptığı firma sipariş alamadığı için kapatmak zorunda kaldı. Takip eden dönemde çeşitli işler yaparak hayatını devam ettirdi. Egon Arthur Schmidt, bu dönemle ilgili şunları yazar:

„Elini attığı her işte başarılı oldu“

„Birlikte çalıştığı muhtelif iş arkadaşlarının bana söylediği en dikkat çekici özelliği, saat ve radyoları tamir etmekten çilingirliğe kadar elini aldığı her işi başardığı oldu. Özellikle teknik işlere yatkındı. En zor ve fiziksel olarak en ağır işleri yapmaktan da asla çekinmedi. Liman işçisi olarak çalışırken diğer iş arkadaşlarının her biri gibi o da iple yük çekerdi. Bunu hiç saklamadı, çünkü bu da onu zirvelere ulaştırmak için derinlerden götüren o yola aitti. Eski bir Çin atasözünün dediği gibi: ‘Asla bir bataklıktan geçmemiş olan, bir aziz olamaz.’ Eski arkadaşlarından, bir tanesi yakın zamanda elime ulaşmış olan yeteri kadar rapor mevcuttur ve bu raporda hiç bir çekince olmadan, gayet sade ve öz bir şekilde yazarının bir yıl kadar Bruno Gröning ile çalıştığı ve kendisinin hayatta birlikte çalıştığı en iyi, en dürüst çalışma arkadaşı olduğu belirtilmiştir.“

Evliliği ve Aile Hayatındaki Talihsizlikleri

21 yaşında evlendi. Fakat karısı ona karşı anlayışlı değildi. Onu burjuva bir aile hayatının dar çerçevesine sıkıştırmak istedi ve iyileşmeleri „kaçıklık“ olarak görüp küçümsedi. 1931 ve 1939’da doğan iki oğlu Harald ve Günter, dokuz yaşlarındayken vefat ettiler. Birçok insanın Bruno Gröning aracılığıyla iyileşmesine rağmen, Gertrud Gröning eşinin iyileştirme gücüne inanmıyordu. Çocukları ona değil, doktorlara emanet etti. Fakat klasik tıp yardım edemedi. Her iki çocuk, hastanede vefat etti, Harald 1939’da Danzig‘de, Günter 1949’da Dillenburg’da. Bruno Gröning için bunlar kaderin ağır darbeleriydi. Yıllar sonra bile oğulları hakkında konuşurken gözlerinden yaşlar süzülürdü.

Böylece iki dünya savaşı arasındaki zaman, sonraki çalışmaları için bir hazırlık zamanıydı. Hayatın tüm durumlarındaki insanları anlayabilmesi ve onlara çektikleri sıkıntılardan dolayı şefkat duyabilmesi için bazı acı deneyimler yaşamak zorundaydı.

Ateş etmek yerine yardım etmek - cephede ve savaşta esir düştüğünde

İkinci Dünya Savaşı‘nda Bruno Gröning, 1943 yılında silahlı kuvvetlere çağrıldı. Burada askeri üstleri ile sürtüşmeler oldu. İnsanlara ateş etmeyi reddetmesi üzerine askeri mahkemede yargılanmakla tehdit edildi. Sonunda cepheye gitmek zorunda kaldı. Yaralandı, Ruslara esir düştü ve Batı Almanya’ya 1945 yılında mülteci olarak döndü.

Bruno Gröning’in savaş sırasındaki davranışlarındaki karakteristik özellik, yardım etme isteğiydi. Cephede bile silah arkadaşlarına ve sivil nüfusa yardım etmek için her fırsattan yararlanmıştır.

Bir Rus köyünde açlıktan ölmek üzere olan insanların, ordunun yiyecek deposuna girebilmelerini sağlamıştır. Tutukluyken esir arkadaşları için daha iyi kıyafetler, daha iyi yiyecek ve daha iyi barınma için mücadele etmiştir.

Boşanması ve kendisini tüm insanlığa adaması

Aralık 1945’te esaretten serbest bırakıldı, Hessen eyaletinde bulunan Dillenburg’da kendine yeni bir hayat kurdu ve ailesini yanına aldı. Ancak ikinci oğlu da vefat ettikten sonra ve karısı yardım faaliyetlerini yasaklamaya kalkışınca kendisinden boşandı. Sahip olduğu iyileştirme güçlerini tüm insanların hizmetine sunma zorunluluğu hissetti. Şöyle dedi: „Ben bireylere değil, insanlığa aitim.“

1949’un başlarında yolu Ruhr bölgesine düştü. İyileşmiş olan birkaç kişinin bunu anlatmalarından dolayı gitgide daha çok insanın dikkati Bruno Gröning’e çevrildi. Evden eve, daima kendisine ihtiyaç duyulan, hastaların kendisinden yardım rica ettiği yerlere gidiyordu. Böylece küçük bir çevrede çalışmalar yapıyordu, ta ki Mart 1949’da oğlunu ziyaret etmesi için Herfordlu bir mühendisin davetini kabul edinceye kadar.

Çocukluğu ve Gençliği

Dayak yiyen, alay edilen, yanlış anlaşılan, benimsenen - diğerlerinden farklı olan bir çocuk

Bruno Gröning wurde am 31. Mai 1906 in Danzig-Oliva als viertes von sieben Kindern geboren

Katı yürekli bir çevreden doğaya kaçış: „Burada Tanrı’yı deneyimliyordum.“

Bruno Gröning 30 Mayıs 1906’da Danzig-Olivia’da, August ve Margarethe Gröning çiftinin yedi çocuğunun dördüncüsü olarak dünyaya geldi. Anne ve babası kısa süre içinde oğullarının olağanüstü yeteneklerinin farkına vardı, örneğin tavşan ve geyik gibi ürkek olarak kabul edilen hayvanlar beklenemeyecek bir şekilde onun yanına gelir ve kendilerini hiç korkmadan sevdirirlerdi.

Bruno Gröning büyüdükçe, çevresi ona daha da yabancı göründü. Gröning, bazen evde morarıncaya kadar dayak yediğini anlatırdı. Dayağın vücudunu incitmediğini, ancak anlaşılmamış hissetmesine yol açtığını açıklardı.

Küçük Bruno, çevresindeki katı yürekliliği itici bularak doğaya sığınırdı. Bazı insanlardansa hayvanlar, ağaçlar ve çalılar kendisine daha yakın gelirdi. Sık sık saatlerce yakındaki ormanda kaybolurdu.

„Burada Tanrı‘yı deneyimliyordum. Her çalıda, her ağaçta, her hayvanda, hatta taşlarda bile. Her yerde saatlerce – ki aslında bir zaman kavramı yoktu – durup düşüncelere dalabiliyordum, ve daima tüm iç dünyamın bir sonsuzluğa doğru genişlediğini hissediyordum.“

Yaşıtlarının kaba kuvvete dayanan kavgalarına asla katılmazdı. Dolayısıyla sık sık acımasız alaylara hedef olurdu ve farklı olduğu için dövülür ve cezalandırılırdı.

İnsanlarda ve hayvanlarda memnuniyetle kabul edilen iyileşmeler

Zamanla Bruno Gröning'in, kendisini daha ileride kamu oyunun ilgi odağı haline getirecek olan bu yönü belirginleşmeye başladı: Onun huzurunda insanlar ve hayvanlar sağlıklarına kavuşuyorlardı. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sırasında, memnuniyetle karşılandığı askeri hastaneleri sık sık ziyaret ederdi. Yaralılar, kendilerini onun yanında iyi hissederlerdi ve birçoğu sağlığına kavuşurdu. Ayrıca, hastalar, annesine haber gönderirlerdi ve küçük Bruno ile birlikte kendilerini ziyaret etmesini isterlerdi. Aile içinde ve tanıdıklar arasında çocuğun iyileştirme yeteneği memnuniyetle kabul edilirdi.

Bağımsızlık Arayışı

Bruno Gröning, biyografisinde şöyle yazar: „Henüz yürümeye başlayan küçük bir çocuk iken bile hasta insanlar benim yanımda rahatsızlıklarından özgürleşirdi, ayrıca hem çocuklar, hem de büyükler bir telaş veya bir kavga sırasında benim birkaç söz söylememle tamamen sakinleşirlerdi. Yine daha bir çocuk iken, genelde ürkek veya saldırgan olarak bilinen hayvanların benim karşımda iyi huylu ve uysal davrandıklarını tespit ettim. Ailemle olan ilişkim bu nedenle garip ve gergindi. Kısa bir süre sonra, ailem tarafından ‘yanlış anlaşılma’ hususundan uzaklaşabilmek için tam bağımsız olma arayışına girdim.“

Bruno Gröning (1906-1959)

Toplumda Tartışılan Olağanüstü Bir İnsan

Bruno Gröning in Herford1949 yılında, Bruno Gröning ismi bir gecede Alman kamuoyunun gündemine geldi. Basında, radyo yayınlarında ve haftaya bakış filmlerinde hakkında haberler çıktı. Çok geçmeden ‘Mucize Doktor’ olarak adlandırılan bu kişiyle ilgili olaylar genç cumhuriyeti heyecana boğdu. Hakkında bir sinema filmi çevrildi, bilimsel araştırma komisyonları kuruldu ve resmi makamlar, en üst düzeydeki kurullara kadar Bruno Gröning vakasıyla ilgilendi. Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin Sosyal İşler Bakanı, Bruno Gröning’i Alternatif Tıp Kanunu‘na ihlal ettiği gerekçesiyle kovuşturdu, Bavyera Başbakanı ise, Gröning gibi “olağanüstü bir olgu”nun bazı yasal düzenlemeler nedeniyle engellenmemesi gerektiğini açıkladı. Bavyera İçişleri Bakanlığı, Gröning’in çalışmalarını ‘gönüllü sevgi çalışması‘olarak adlandırdı.

Toplumun tüm katmanlarında Bruno Gröning vakası hakkında hararetli ve ihtilaflı bir şekilde tartışıldı. Duygular, dalgalar halinde yükseliyordu. Din adamları, doktorlar, gazeteciler, hukukçular ve psikologlar: Herkes Gröning’i konuşuyordu. Onun mucizevi iyileştirmeleri, kimileri için yüce bir kudretin lütfundan kaynaklanan armağanlardı, başkaları için ise şarlatanlıktı. Fakat iyileşmelerin gerçek oluşu, tıbbi araştırmalarla kanıtlandı.

Sade Bir İşçiye Dünya Çapında İlgi

1906 yılında Danzig’de doğan ve savaştan sonra memleketinden sürgün edildiği için Batı Almanya’ya göç eden Bruno Gröning, mütevazı bir işçiydi. Hayatını çok değişik alanlarda çalışarak devam ettirmişti, başka işlerin yanı sıra marangozluk, fabrika ve liman işçiliği de yapmıştı. Şimdi, aniden halkın ilgi odağı haline gelmişti. Mucizevi iyileşmeler hakkında haberler dünya çapında yayıldı. Tüm ülkelerden hastalar, rica mektupları ve teklifler geldi. On binlerce sağlık arayan insan onun çalışma yaptığı yerlere geldi. Tıpta bir devrimin eli kulağındaydı.

Yasakların, Mahkeme Davalarının ve Açgözlü Yardımcıların Pençesinde

Fakat karşı güçler de mevcuttu. Bruno Gröning’in çalışmalarını önlemek için ellerinden geleni yaptılar. Sağlık yasaklarıyla kovuşturuldu, hakkında davalar açıldı. Çalışmalarını bir düzene koyma girişimlerin tümü başarısızlıkla sonuçlandı. Bir yandan etkili toplumsal güçler nedeniyle, diğer yandan ise yardımcılarının yetersizliği veya maddi çıkar hırslarından dolayı. Bruno Gröning, 1959 yılında Paris’te vefat ettiğinde hakkında açılmış son dava halen devam ediyordu. Dava durduruldu ve hiç bir zaman nihai bir karara bağlanmadı. Fakat bir çok soru yanıtsız kaldı.

Tanrı en büyük hekimdir

İyileşemeyecek bir şey yoktur

Bruno Gröning am Traberhof

Güven ve inanç – şifa için bir ön koşuldur

Sadece Tanrı gerçekten şifalandırabilir, hiç bir insan bunu yapamaz. Tanrı en büyük hekimdir. Onun nezdinde iyileşemeyecek bir şey, olanaksız bir şey yoktur. Bruno Gröning tekrar tekrar şöyle söylemiştir: „Güven ve inan. İlahi güç yardım eder, şifalandırır!“

Yardım arayan insandan beklediği tek şey, kendisine güvenmeye ve Tanrı’ya, O’nun şifa gücüne ve kendisinin iyileşeceğine inanmaya hazır olmasıdır. Bir insan bu ön koşulu yerine getirirse Bruno Gröning ona yardım edebilir. Kişinin inancı fazla zayıf ise dahi yardımını teklif eder: „Eğer bugün henüz inanamıyorsanız, gerçekten inanıncaya kadar sizin yerinize ben inanacağım. Ve eğer bugün henüz rica edemiyorsanız, dua edemiyorsanız bunu da ben sizin için yapacağım.“

Tanrı cezalandıran bir hakim değildir

Sağlığa inanan insanlar bu şekilde, Bruno Gröning aracılığıyla Tanrı’nın yardımını alabilir. Herkese yardım edilecektir. İnsanlar Tanrı’nın cezalandırıcı bir hakim olmadığını, bilakis sevgidolu bir baba olduğunu deneyimleyecektir. Tüm insanlar onun çocuklarıdır ve O, onların arkadaşı ve kurtarıcısıdır.

Bruno Gröning aracılığıyla insan, Tanrı’nın mucizelerini yeniden deneyimleyebilir. Tanrı bütün insanlar için en büyük hekimdir. Onun için hiç bir şey imkansız değildir. Bruno Gröning şöyle demiştir: „Açıklanamayan çok şey var, ama gerçekleşemeyecek olan hiç bir şey yoktur.“

İnsan manevi bir varlıktır

Vücut sadece maneviyatın ve ruhun dünyevi kılıfıdır

Bruno Gröning lachtBruno Gröning, dinleyicilerini insanın gerçek mahiyeti hakkında aydınlatmıştır: „Siz kimsiniz?“ diye sormuştur. Dinleyicilerin hiç biri kendi ismini söylemekten başka bir cevap verememiştir. Fakat Bruno Gröning bununla yetinmemiştir. „Siz vücudunuz musunuz?“ diye sorgulamaya devam etmiştir. Biz suskun kalınca bize ezelden beri bir vücut değil, bilakis manevi bir varlık olduğumuzu anlatmıştır. Onun açıklamalarına göre vücudumuzu sadece bu dünya hayatı için Tanrı’dan ödünç aldık, onu doğduğumuzda teslim aldık ve yuvaya döndüğümüzde toprağa iade etmemiz gerekiyor. Ruhumuz maneviyatımız ile vücudumuzun arasındaki bağlantıyı sağlıyor ve burada edindiğimiz iyi ve kötü tecrübeleri öbür dünyaya beraberinde götürüyor. Ruh, insanın kendisini inançla açtığı anda Tanrı’yla ilişkiyi mümkün kılan ilahi kıvılcımı taşır. Fakat ruh, inançsızlık içinde kapanırsa Tanrı’yla olan bağlantı kopuk kalır.

Yani insan için esas olan vücut değildir, bilakis sadece maneviyatı ve ruhu için dünyevi bir kılıftır. Böylece, günümüzde birçok insanın inandığı gibi vücudun ölmesiyle her şey bitmiş olmaz, bilakis hayat devam eder. O, vücuda bağlı değildir.

İnsan kötü değildir – sadece kendisini ihmal ederse kötülüğe maruz kalır

İnsan manevi bir varlıktır, vücudu Tanrı’nın ona bir dünya hayatı için araç olarak sağladığı bir armağandır. İnsanın asıl görevi, vücudu iyilik için kullanmak ve onun yardımıyla iyi düşünceleri eyleme geçirmektir. Özgür iradesi sayesinde insanın onu kötülük için istismar etme, hırsızlık yapma, adam öldürme ve bir şeyleri tahrip etme imkanı da vardır. Bir insanın yaptıklarına bakarak kiminle bağlantıda olduğunu, kimin hizmetinde olduğunu kavramak mümkündür; Tanrı’nın hizmetinde mi yoksa şeytanın hizmetinde mi. Bu, insanın kendisinin iyi veya kötü olduğunu göstermez, bilakis:

„İnsan ilahidir ve öyle kalır, asla şeytani değildir, asla iblisane değildir, insan asla kötü değildir, bilakis sadece Tanrı’yı terkederse, kendisini ihmal ederse kötülük ona el atabilir. Kötülük onu avucuna alır ve o zaman kötülüğe hizmet etmek zorunda kalır. Kötülük yapan insan değildir, bilakis kötülüğün kendisidir. Kötülükten iyilik bekleyemeyiz! Ama aynı şekilde Tanrı’dan da kötülük bekleyemeyiz!“

„Eğer o [insan] fazla zayıf ise, kötülüğe maruz kalır, aşağıya düşer, o zaman yukarıya giden yolu takip edemez, buna gücü yetmez, alçalır, kötülüğün kollarına düşer ve işte orada kötülüğe teslim olur. O zaman yardım eden, kurtaran bir el olmazsa ve onu oradan çekip çıkarmazsa epeyce bir zaman için kaybolur. Orada artık kötülüğe hizmet etmek zorunda kalır.“

Her düşüncenin bir etkisi vardır

Her insanın görevi, vücudunu düzende tutmaktır. Ama her olumsuz düşünce, her kötü söz ve her kötü eylem vücuda zarar verir, yani manevi bir varlık Tanrı ile bağlantıda olmazsa ve kendisini olumsuz gücün etkisine bırakırsa bu, vücudun hastalanmasına yol açabilir.

Amar ruh kendisini tekrar ilahi gücün akımına açıp maneviyat ile bağlantı kurmasının sonucu olarak vücut iyileşir. Bu nedenle kendi manevi tutumumuz o kadar belirleyicidir. Asla bir şifa sözü verilmemelidir. İnsanın kendisini iyiliğe nasıl açtığı ve Bruno Gröning’in öğretisini ne denli ciddiye aldığı daima kendisine bağlıdır. Vücudun tedavi edilmesi sadece etkilerle mücadele eder, ama sebebi ortadan kaldıramaz. Bunu, "büyük dönüş"ü gerçekleştirerek sadece insanın kendisi yapabilir.

Düşünceler kuvvetlerdir

Olumlu bir düşünce yapıcı etki eder, olumsuz bir düşünce yıkıcı etki eder

Bruno Gröning liest BittschriftenBruno Gröning dinleyicilerinden sık sık düşüncelerini incelemelerini ve sadece iyi olanları içlerine almalarını isterdi. Tanrı ve şeytan sadece güç kaynağı değil, bilakis düşünce kaynağıdır. Onlar hiç durmadan düşünceler gönderirler: Tanrı iyi olanları, şeytan kötü olanları. İnsan – Bruno Gröning’e göre – kendiliğinden düşünce üretemez, bilakis sadece onları teslim alma yeterliliğine sahiptir.

„İnsanın ne tür düşünceleri içine aldığı öyle önemli ki, çünkü düşünceler kuvvetlerdir. İnsan iyi olanı isterse, o zaman Tanrı ona yardım eder, kötü olanı isterse, o zaman şeytan ona yardım eder.“

İnsan, iradeden yoksun olan, aklına gelen her şeye maruz kalan bir varlık değildir. Hangi düşüncelere müsade edeceğine, hangilere müsade etmeyeceğine kendisi karar verir. Ancak seçimi itinayla yapmalıdır, yüzeysel değil. Her düşüncenin arkasında bir kuvvet bulunmaktadır: Olumlu bir düşünce yapıcı etki eder, olumsuz düşünce yıkıcı etki eder; sevinçli bir haber esin kaynağı olur, üzücü bir haber ise cesareti kırar. Düşünceler manevi kuvvetlerdir. Günümüzdeki insanlığın zerre kadar dahi tahmin edemediği bir güç taşırlar içlerinde. Sevgiden doğan bir düşünce, bir insanın hayatını bir başkası için feda etmesine sebep olabilir. Fakat nefretten doğan bir düşünce, onun bir başkasını öldürmesine neden olabilir. „Her türlü kötü düşünceden sakının!“

„İçinize aldığınız her şeyi dışa vurmak zorundasınız“

„Siz bugüne kadar bunun farkına varmış olmalısınız, çünkü içinize bir tek kötü düşünce aldığınızda başka kötü düşüncelerin de size nüfuz ettiğini ve ardından kötü sözler de konuştuğunuzu tekrar tekrar tespit ettiniz. Yani içinize aldığınız her şeyi siz tekrar dışa vurmak zorundasınız.“

„Bir tek kötü düşünce bile içinize aldığınızda kötülüğün hizmetkârı olursunuz, gerçekten şeytanın hizmetçisi! Bunu aklınızdan sakın çıkarmayın!“

İnsan kendi iradesine göre eyleme geçer

Ama bir insan depresif, kuşkulu, korku dolu veya takıntılı düşüncelerle nasıl başa çıkabilir, onlara karşı nasıl direnebilir? Onlar aniden, sanki yokluktan ortaya çıkar, insana hücum eder ve onun ruh halini etki altına almak isterler. Ne yapılabilir?

Şeytan insanı olumsuz düşüncelerle – hangi türden olurlarsa olsunlar – yanıltmak ister, onu ilahi yoldan saptırmak ister. İnsanın korkmasını, kızmasını, iyilikten şüphelenmesini ve Tanrı’nın kanunlarını ihlal etmesini ister. Bunu başarmak için insanın olumsuz düşüncelerin ve duyguların elinde bir oyun topu olduğu, onlara çaresizce teslim edilmiş olduğu yönünde onu kandırır. Fakat bu, yalan dolandır.

Tanrı insanı, kendi kendine düşünce tarzı, konuşması ve eylemleri hakkında karar verebilecek şekilde yaratmıştır. Kendi iç gözünün önünde olumsuz bir düşünce belirirse onu sakince, ama kararlı bir şekilde reddedebilir. Bunu yaparken sarsılmaz bir kararlılığa sahip olursa kötülük geri çekilmek zorundadır ve onun üzerinde tesirli olamaz. İnsan, özgür iradesiyle kaderini kendisi belirler. „İnsan iradesine göre eyleme geçer. İradesi nasıl ise düşüncesi de öyledir. Düşünce insanı eyleme geçirir.“

Önce sağlıklı olma isteği olmalıdır

Bruno Gröning, basit bir örnek vererek düşüncelerin ne büyük öneme sahip olduğunu göstermiştir. Bir ev inşa ederken ilk dürtü bir ev yapma isteği veya arzusudur. Akabinde düşünceleri, detaylı bir plan yapılıncaya kadar gittikçe daha somut bir hale gelir. Bina, o zamana kadar sadece müstakbel ev sahibinin hayalinde vardır.

Asıl ev inşaatı, öncesinde çok sayıda düşüncelerin ve hazırlıkların yürütüldüğü uzun bir yolun son adımıdır sadece. Şifa konusunda da durum aynıdır. Önce iyileşmek için isteğin olması lazım, daha sonra düşüncelerde hastalıktan bir kopma gerçekleşmeli ve iyileşme olacağına dair bir inanç olmalıdır. Vücutta başlayan şifa son adımdır sadece. Fakat o, insanın bir eseri değildir, bilakis Tanrı’nın bir lütfudur. İnsan bunu hak edemez, ama teslim alabilir.

„İyilik“ ve „kötülük“ zıt kutuplardır

İnsan bunların arasında yaşar ve daima seçim özgürlüğüne sahiptir

bild23İnsan özgür iradesi sayesinde karar verme imkanına sahip olunca şu soru belirir: Hangi alternatifler arasında seçim yapabilir? Bu konuda Bruno Gröning şöyle demiştir: „İnsanın iyiliğin ve kötülüğün arasında yaşadığını göz ardı etmeyin ve unutmayın, arkadaşlar. Onların arasında yaşar, şurada iyilik, orada kötülük, ortasında da insan vardır, o karar verir.“

İnsanın seçim yapma özgürlüğü vardır. Hem iyilik hem de kötülük yapabilir. En yakınındakilerden biri zor bir durumdaysa ona yardım edebilir, hiç aldırış etmeden yanından geçip gidebilir, hatta diğerin sıkıntısını kendi çıkarı için kullanabilir. Ne isterse onu yapabilir. İnsan hayatta her zaman – bilincinde olsun ya da olmasın – iyi yol veya kötü yol için karar vermek zorunda olduğu yol ayırımlarıyla karşı karşıyadır. Kaderin akışını belirleyen günlük olaylardır çoğunlukla.

Örneğin dürüstçe söylediği bir sözden dolayı arkadaşınıza küserseniz, patrona kızdığınız için işten istifa ederseniz veya incinen gururunuzdan dolayı eşsiz bir teklifi kabul etmezseniz ne olur? İnsanın daha sonra pişman olduğu, ama artık geri çeviremediği ani kararlar ne kadar sık oluyor. Ufacık bir an tüm gelecek hayatın akışını belirleyebilir, iyi anlamda veya kötü anlamda.

Yapıcı ve yıkıcı güçler

Fakat bu nasıl meydana gelir? „İyilik“ ve „kötülük“ kavramları ne manaya gelir? Bütün hayat, insanın çaresizce maruz kaldığı kör tesadüflerin bir ürünü değil mi?

İyilik – Bruno Gröning’in açıklamasına göre – Tanrı’dan gelir, kötülük onun karşısında olan taraftan gelir: şeytandan! Onun varlığının gerçek olduğunu ve kendisine bütün iyi olan, ilahi olan şeyleri yok etmeyi hedef aldığını anlatır. Bruno Gröning şöyle der: „Kim yapıyor bunu, iyi olanı, ilahi olanı tahrip etmek için elinden geleni ardına koymayan kimdir? Hastalık, bu yeryüzünde yetişen şeylerdeki hastalık nereden geliyor? Ne isterseniz onu ele alalım, her hangi bir meyveyi veya bir başka canlı varlığı, şeytan tekrar tekrar ve hala daha her şeyi tahrip etmeye çalışıyor. İnsana eziyet etmeyi de başardı.“

„Bu dünyada varlığını sürdüren şeytan, iyi ve ilahi olanı tahrip etmek için elinden geleni ardına koymadı.“

„Tanrı’nın olduğu yerde sevgi vardır, şeytanın olduğu yerde savaşlar vardır.“

Manevi alemde her iki zıt kutup birbirlerinin karşısında durur: Tanrı hayatın kendisidir ve şeytan onu tahrip etmek ister. Onların yanında manevi varlıklardan oluşan ordular vardır ve bu mücadele olanca sertlikle sürdürülmektedir. Her iki taraf inanılmaz enerjilere sahiptir. Onların mahiyetini Bruno Gröning sade sözlerle betimler: „İlahi güç yapıcıdır ve kötü, şeytani, iblisane güç ise yıkıcıdır.“

İnsan her ikisini içine alabilir, hem vücudunda hem de ruhunda etki etmesine müsade edebilir. Biri güçlendirici ve yapıcıdır, diğeri zayıflatıcı ve yıkıcıdır. Olumlu kuvvet beraberinde sağlığı getirir, olumsuz güç hastalığı.

Hastalık, Tanrı’nın bir cezası değildir, bilakis yanlış düşüncelerin ve eylemlerin sonucudur

Bruno Gröning, hastalığın kötülükten geldiğini ve - çoğu kez öne sürüldüğü gibi – Tanrı’nın bir cezası olmadığını bildirir. Bu tarz düşünceleri yalan diye nitelendirirdi ve onları kararlılıkla reddederdi. Tanrı cezalandırmaz! Hastalık, yanlış düşüncelerin ve eylemlerin bir sonucudur. Sebep ortadan kaldırılınca etkisi de kaybolacaktır ve bunun böyle olması Tanrı’nın isteğidir.

„İnsanların inandığı gibi hastalık Tanrı’nın cezası değildir. Bir çocuğun baba ocağından ayrılmasına benzetilebilir. Artık anne baba çocuğa kol kanat geremez, onu artık koruyamazlar. Biz de bu şekilde babamızdan ayrıldık. Bizim sadece Tanrı’nın çocukları olduğumuzu unutmamamız gerekiyor. Sadece O bize yardım edebilir! Ve O’nun yanına giden yolu tekrar bulduğumuzda bize yardım edecektir.“

Özgür İrade

İnsan, hastalığa mı yoksa sağlığa mı inanacağına kendisi karar verir

Bruno Gröning mit Papageien

İçsel bir müzakere

İyileşme süreci esnasında ağrılar meydana gelince, Regelunglara inanmak her zaman kolay değildir. Çok sayıda insan güvensizliğe kapılır: „Bunlar Regelung ağrıları mı yoksa hastalık belirtileri mi?“ İnanç konusunda içsel bir müzakere başlar. İşte o zaman insanın şifaya kavuşup kavuşmayacağı, daha doğrusu şifalanma sürecinin ne kadar süreceği belirlenir. Önemli olan, insanın hangisine daha çok inandığıdır, hastalık düşüncesine mi yoksa şifalanma düşüncesine mi. Hastalığa inanmaya devam ederse ona sahip olmaya da devam eder, ama sağlığa inanmayı başarırsa şifalanma süreci gerçekleşir. İnsan kendisi karar verir.

Hiç kimse şifalanmaya zorlanamaz, sadece gönüllü olarak karar verebilir

Bu, Bruno Gröning’in öğretisinde önemli bir noktadır. İnsanın dokunulmaz bir özgür iradeye sahip olduğunu, bunun Tanrı’nın bir insana verebileceği en büyük armağan olduğunun altını tekrar tekrar çizmiştir. O, insanı yönlendirilmiş bir varlığın seviyesinden çıkarır, babasının kurallarına mecburiyetten dolayı değil de gönüllü olarak uyan özgür bir çocuğun seviyesine yükseltir. Fakat özgür irade ona aynı zamanda Tanrı’nın yasalarını ihlal etme imkanını da sağlar.

Bruno Gröning, insanın özgür iradesine son derece saygı duyardı. Bu yüzden sadece kendisine yardım edilmesine müsade eden, hastalıktan kopmaya hazır olan insana yardım edebilmektedir. Sadece insanın kendi iradesinin gücüyle kendisine verdiğini almasına müsade edilmektedir. Hastalığının üzerinde oturan, sürekli onu düşünen ve onun hakkında konuşan insan, şifalanmayı boşuna bekler. Bruno Gröning şöyle demiştir: „Bir insana iyiliğe giden yolu bulmasına yardım etmeme müsade edilmektedir, ama bu konudaki kararı ne ondan almama ne de onu iyiliğe zorlamama izin yoktur.“

„Regelunglar“

Vücudun temizlenmesi ilk önce ağrılara neden olabilir

Bruno Gröning in einer Wohnung

„Regelunglar“ temizlenme sürecinin bir parçasıdır

Bazı insanlarda Heilstrom’u alırken ağrılar meydana gelir. Bu olguyu Bruno Gröning „Regelung“ diye adlandırır. Vücutta dönüşümün başladığına dair bir işarettir. Regelung ağrıları hastalığın ağrılarıyla karşılaştırılamaz. Onlar Heilstrom’dan dolayı ortaya çıkar ve hastalanan organların temizlendiğine dair bir işarettir. (Şifalanmış, bir süre Bruno Gröning’in yardımcısı, gazeteci ve yazar olan) Kurt Trampler bu konuda şöyle yazıyor: ‚Regelung ağrısı da yardım arayanların kafasını sık sık karıştırıyor. Regelung ağrısının olması şart. Bazı insanlar, Regelung ağrısı başladığında, hastalığın nüksettiğini zannediyordu. Korkuyorlardı ve ‘Daha kötü oldu, doktora gidelim’ diyorlardı. Gröning şunu söyler: ‘Bu yüzden sizi, Regelung ağrıları olduğunda onlara katlanmanız için uyarıyorum. Kötü bir şey olmaz, bilakis insan iyileşir.’“

Regelung’un şekli oldukça farklılık gösterebilir. Ağrılar, hastalıktan kaynaklanan ağrılara benzeyebilir, hatta zaman zaman daha güçlü bile olabilir. Ama çok farklı da görülebilirler. Bu herkeste farklı olur, çünkü insan vücudu şifa gücüne karşı bireysel olarak tepki verir.

İnsan, Regelung ağrısından alıkonulamaz. O, hastalığın kirinin ruhsal yoldan vücuttan atıldığı temizlenme sürecinin bir parçasıdır.

Regelung Süreci

Bruno Gröning, Regelung olgusunu, kirli süt kovası örneğini vererek açıklamıştır. Kovadaki ekşimiş, kötü kokan sütün yerine taze süt doldurulcağı zaman ne yapılması gerektiğini sormuştur. Cevap açıktır: Önce bozulmuş süt boşaltılmalı ve kovanın içi temizlenmelidir. İnsanda da durum – mecazi anlamda - benzerdir. Eğer vücudu kova, hastalığı bozulmuş süt, sağlığı ise iyi süt yerine koyarsak insan ilk önce düşünceleriyle hastalıktan kopmak zorundadır – yani bozulmuş sütü boşaltmalıdır. Sonra vücut hastalığın “kir”inden arındırılır – işte bunlar Regelunglardır. Sadece temizlenmiş bir kovaya taze süt doldurulabilir – sağlık insanın vücuduna yerleşir.

Bir başka imajda insanı bir meyve kasesine benzetmişti: „İçinde her hangi bir şey, isterseniz meyve olan bir kase olduğunu ve günlerce öyle durduğunu, yani durmuş olduğunu ve hiç kimsenin ilgilenmediğini, hiç kimsenin onunla ne yapacağını bilemediğini ve içindekilerin bozulmuş olduğunu varsayınız. Artık bu meyveyi yiyemezsiniz. Şimdi biri çıksa gelse, size yeni, sağlıklı meyve vermek istese, iyi olan, yeni olan, sağlıklı olan meyveyi bozulmuş olan meyvenin üzerine koymak büyük bir budalalık olurdu, çünkü iyi olanlar da bozulmuş olan meyvelerin halini alırdı. Sağlıklı meyveyi almak isterseniz önce kötü olanı, sağlıksız, artık yenilemez olanı bir kenara boşaltmanız lazım; ama sadece bununla da kalmamanız gerek, o meyve kasesinin kendisini de temizlemelisiniz ki sağlıklı olanı teslim alabilesiniz. Bunu, yani kaseyi vücudunuzun, meyveleri ise hastalanmış organlarınızın yerine koyunuz, ve sizin ümit ettiğiniz şey sağlıklı olanlardır, ama kötü olanları atamazsanız, yani bu durumda hastalığınız ile ilgilenmeye devam ederseniz, bu imkansız olur.“

„Einstellen“

İlahi Heilstrom’un alınması için doğru bedensel duruş ve manevi tutum

Bruno Gröning mit HundBruno Gröning, şifaya yol açan manevi gücü Heilstrom olarak adlandırıyordu. Şifa dalgası ve ilahi güç kavramlarını da aynı anlamda kullanıyordu. Ama insan Heilstrom’u nasıl içine alabilir, ilahi güce kendini nasıl açabilir? Bruno Gröning, yardım arayanlara aşağıdaki oturuş pozisyonunu önermiştir: Kolları ve bacakları bağlamamak ve avuçları yukarıya doğru açmış olarak baldırların üstüne koymak. Dıştan görünen duruşun yanı sıra tüm rahatsız edici düşünceleri bertaraf etmek ve tamamen vücudun içinde olanlara odaklanmak önemlidir. Açık, inançlı bir manevi tutum temel şarttır. İnsan bu şekilde kendisini şifa gücün akışına açabilir. Bruno Gröning şöyle demiştir: „Tanrı bize tüm iyilikleri veriyor, bizim O’nun bize göderdiği her şeyi sadece kendi içimize almamız lazım. O halde – bunu yapın!“

Bedensel duruşun neden bu kadar önemli olduğunu şu şekilde açıklamıştır: „Halen özgürce hareket ettirebildikleri bir vücuda sahip olanlar onu sık sık kenetlemeyi seviyor ki bu da bir kuvvettir, alışkanlığın kuvvetidir. Bacak bacak üstüne atar; tabi ki bazen tembelce oturabilir, yani vücudunu rahatça yayabilir, ama bunu iyiliği, ilahi olanı teslim almak istediği zaman yapmamalıdır. O zaman rahat olmalı, elleri açık, elleri boş bir şekilde oturmalı veya ayakta durmalı!“

(Şifa almış, bir süre Bruno Gröning’in yardımcısı, gazeteci ve yazar olan) Kurt Trampler, Büyük dönüş (Die große Umkehr) adlı kitabında şöyle yazmıştı: „İçsel hazırlığın yanı sıra görünürde küçük, ama çok önemli bir dış özelliğin de önemi var [...]. Sırtı bir yere dayamadan oturulmalı, ayrıca ne iki bacağı ne de iki eli bağlamamalı. Gröning’in görüşüne göre ellerin birbirine değmesi vücudun üst kısmında hayat akımının kısa devresine yol açıyor, bacakların birbirine değmesi, hatta bacak bacak üstüne atılması ise vücudun alt kısmında aynı hasara yol açıyor. Böyle hataları alışkanlık haline getiren insan, uzun vadede çok rahatsızlık verici hastalıklara bile yakalanabilir.“

Kendi vücudunuzda ne hissettiğinize dikkat ediniz

Bruno Gröning, gücün bilinçli olarak alınmasına „Einstellen“ diyordu. İnsan kendini Heilstrom’u teslim almak için „ayarlıyor„. Bunun nerede ve ne zaman yapıldığı önemli değil. Önemli olan sadece rahatsız edilmemek, tüm rahatsızlık verici düşüncelerin bertaraf edilmesi ve vücutta gerçekleşenlerin dikkatle izlenmesidir. Bruno Gröning, dinleyicilerine defalarca ne hissettiklerini sorardı.

„Sizin yegane göreviniz, burada gerçek, ilahi gönderiyi almak, daha doğrusu teslim almak için Einstellen yapmanızdır. Bu gönderiyi nasıl teslim aldığınızı farkedeceksiniz. Ama tekrar tekrar söylemeliyim ki sadece vücudunuza gerçekten dikkat ederseniz, dikkatinizi, onun etrafında değil de bilakis sadece içinde, kendi vücudunuzun içinde nelerin olup bittiğine yöneltirseniz bu olur.“

Her insan Heilstrom’u kendi vücudunda hissedebilir. Biri bir karıncalanma algılar, diğeri soğuk veya sıcak bir akım. Üçüncü kişi kollarını veya bacaklarını hareket ettirmek, dördüncü kişi silkinmek zorunluluğunu yaşar. Böylelikle Heilstrom her insanda çok farklı tepkilere neden olur.

Dokumentarfilm

Bruno Gröning-Arkadaş Çevresi’nin belgesel filmleri
Bütün dünyada birçok şehirde sinemada gösterim tarihleri

Grete Häusler Yayınevi

Grete Häusler Yayınevi: Çok çeşitli kitaplar, CD’ler, DVD’ler ve takvimler

fwd

Bilim insanları söz alıyor: Bruno Gröning’in öğretisinin ilginç yönleri